Merhaba çocuk,

Kategori: 03-Yazılar, Yasir Yılmaz | 0

Bu görüşmelerimiz gittikçe azalıyor sebepsiz. Ne sen yatağından kalkıp uğruyorsun ne de ben aklına misafir olmaya tenezzül ediyorum. Bir kelam hatır vardır elbet yazılmış onca satırda, he… yok mudur? Bir iki sırrın belini kırarız yine. Derdine karşın bir deri koltuk sereriz kağıtlara, oturur anlatırsın buluruz dermanını.
Senden 13 sene sonra doğdum, buna rağmen büyüğüm senden be çocuk. Olgunluğunu bana yaza yaza, sen eksildin. Çocuklar aptal olur derler. Çocuklaşmışsın soğuk çölün çekirgesinin bana fısıldadığına göre. Bilirsin neden bahsettiğimi. Seçimlerin diyelim. Doğru ama bir o kadar da yanlış seçimler. Belli hayata seçmek için gelmediğin.  Bu denli kararsızlık yüklü göz altların bunu bağırıyor aynalara geçen günlerince.
17 senedir şiş, uzun kirpikleriyle kara gözlerin…
Değdiği gözleri tökezletti ve takılı kalanları örseledi kurşunlarla.
Söz deyimi bir hançer darbesiyle dünya gözüne zindan oldu büyülü yıprattığı özlemi.
Özveriyle yırtılan sahipsiz ağıtlar ve isimsiz mermerler başında kelamsız dudaklar… Hayallere ziyaret edecek bir gelecek değil, değil mi? O zaman topla beynini çocuk. Sen susma, kelam et. Anlayamayacakları her kelama katip ol. Kitap oku, okut. Yaz, çiz, boya. Gez, koş, dolaş. Önce her daim insan ol. İnsan ol ki hatırla imtihanı yoksa ölüme tükenen zamanın içinde kaybolursun.
Terk olsana insanlara. Bir ömür tatile çıkalım. Deniz sana ilham olur, alır beni yazarsın müsveddelerini.
Yıllar geçer, tenimize vurup giden dalgalara son bir eda ederiz. Temize çekip bir gülümser ve müsveddelere son bir kez veda ederiz.
Akabinde o çok övdükleri Azrail’i çay yudumu ile karşılar, ilk ve son kez bir selam ederiz.
Sonra da çeker gideriz.

– Kağıda mensur kalemin.

13 Şubat 2014 Perşembe

Yasir Yılmaz

İmtihana ne lüzum

Kategori: 03-Yazılar, Yasir Yılmaz | 0

İmtihanın nereden nasıl geleceğini bilemezsin. Şimdiye kadar okul sınavlarına hiç stres ya da heyecanla girmedim. Sonuçlarını hiç sabırsızlıkla beklemedim. Sadece gelip geçsin istedim. Hayat, okul gibi değil tabi. Hayat daha acımasız. Rüşvet kabul etmiyor. İmtihanlarını insanın karşısına daha zorlu çıkartıyor. İnsanı kapısına it ediyor. Acıları damardan sokuyor kana. Vücuda yayılırken acı, iltihaplı kolunu kesmeye vakit bulamıyorsun bile. Yine de öldürmüyor seni. İkincisine alıştırıyor. Bir daha ki şırıngayı sana fark ettirmeden aşılıyor.

Bencil biraz. Verdiklerini geri alma gibi bir huyu var. Bazen yarım ömür geçiyor, almıyor. Bazen yarım saat geçiyor… Gözünü kapatıp açtığında çoktan almış oluyor. Ne zaman nereden nasıl geleceğini asla belli etmiyor. Asla bilemiyorsun.
Bilemiyorsun. Genel olarak yani. Bir şeye alışınca hayat senin için ikiye ayrılıyor. Öncesi ve şu an. Öncesini anımsıyorsun fakat kavrayamıyorsun. Şu an’a alışmışsın, sonrasını düşünmüyorsun. Gün çatıp sonrası geldiğinde ne yapacağını bilemiyorsun. Lakin, buna dahi alışıyorsun zamanla.
Önemli olan çabalamak falan dediydiler zamanında. Aslında hiçbir önemi yokken hemde. İstersen gece gündüz çalış. Çalışmayana efendim şeklinde hitap etmen tek bir torpile bakıyor. İstersen sev, sürprizler yap. Ne bileyim, bir köprüden sürprizini izlettir. Ya da papatyalardan bir taç yap. Bir mektup yaz. İstediğin kadar dilek dile. İstediğin kadar çabala. İstediğin kadar çalış. İstediğin kadar barış ve istediğin kadar sev. Yarın o köprüden geçerken yapayalnız kalacaksın yine.
Gideceğini bildiğine gel demek ne lüzum. Ölüm bile gidecek, gel demeye ne lüzum.

11 Ocak 2014 Cumartesi

Yasir Yılmaz

Ölüm aşka kafi

Kategori: 03-Yazılar, Yasir Yılmaz | 0

Güç mü, arayış? Aşk mı masum olan? Yoksa ölüm mü insanları ayıran?

Bilemedik sanırım hiç.
Kesene giren 5 kuruşun hem gücü hem aşkı getirdiğini anladıkça, ölüm o kadar dostane geliyor ki kulağa…
Bilemedik hiç. Aşk koydular adını karşı cinsle iki kıçı kırık kafede sürtüşmenin.
Mevlana ile Şems’den mi? Bihaberlerdi kanımca.
Mecnun çöle Leyla için gitti sandılar, sandık. Oysa bilemedik, mücadele edecek istidadı yoktu sadece. Kaçmakta buldu çözümü leylasız bu’dana.
Ölüm’ü suçladılar. Hayatlarının bir ezan ile bir namaz arasına sıkıştırılmış olduğunu bildikleri halde uğruna doğdukları şeyi taşladılar. Ölüm öldürmedi ki sevilenleri. Aşk öldürdü, para ve güç öldürdü. Ölüm ise onları kollarından tutup mertebelerine eriştirdi son kez.
Biz bilemedik hiç.
Sanılanın aksine, aşk narin değildi. Aşk zalimdi.
Ölüm… Ölüm cani değildi. İnsanoğluna zarif, aşka kafi ve maddeye son olacak kadar barizdi.
Sadece biz… Biz göremedik.

7 Kasım 2013 Perşembe

Yasir Yılmaz

Sondan eklemeli hikayen

Kategori: 03-Yazılar, Yasir Yılmaz | 0

Dillerin bir kusuruydu belki de şu geçmiş zaman illeti. Kusuruydu çünkü kusuruydu derken bile hissettiriyor o geç kalmışlık hissini. Mest etmek isterken her çocukluk anını delicesine yeniden, sondan eklemeli bir -dı eki yıkıyor kurduğun o geçmiş hayallerini.
Bir işkence usülü potansiyeli barındırıyor sanki, hissettiriyor inadına zamanın geçip gittiğini ve bir daha gelmeyeceğini. Hele şu şartın hikayesi ve rivayeti yok mu… Keşkelerle dolduruyor lügattan geçen cümlelerin boşluklarını.
Sonra zaman fısıldıyor sana zaman diye, an her anını her bulduğun zamanda. Çünkü bir gün gelecek, geleceğin şekillenecek… Dikilecek karşına ve at geçmişi bir yana diyecek o gelecek ve işte o an hatırlayacaksın geçmişin acı taraflarını.
Bırakacaksın geçmiş hakkında iyimser olmayı, izin vereceksin kafana girmesine tüm o sakladığın anılarının. İzin vereceksin ki, nefret edesin. Ve nefret… Bırak açsın yolunu geleceğinin.
Masallarda geçen o duygu, Pandora’nın kutusunda serbest bırakılmayı bekleyen o his, umut… Geleceğine doğru atarken adımını, yandaş olacak sana.
Lakin, unuttuğun bir şey olacak o vakit. Kutudan firar eden bazı duygular peşinde cirit, geleceğine demir atacak. Korku… Musallat olacak beyin sinirlerine.

Ve bu nadasa bırakılmış sözler…
Merak etme, füzun değil sükut olacak geçmişine.