Bu görüşmelerimiz gittikçe azalıyor sebepsiz. Ne sen yatağından kalkıp uğruyorsun ne de ben aklına misafir olmaya tenezzül ediyorum. Bir kelam hatır vardır elbet yazılmış onca satırda, he… yok mudur? Bir iki sırrın belini kırarız yine. Derdine karşın bir deri koltuk sereriz kağıtlara, oturur anlatırsın buluruz dermanını.
Senden 13 sene sonra doğdum, buna rağmen büyüğüm senden be çocuk. Olgunluğunu bana yaza yaza, sen eksildin. Çocuklar aptal olur derler. Çocuklaşmışsın soğuk çölün çekirgesinin bana fısıldadığına göre. Bilirsin neden bahsettiğimi. Seçimlerin diyelim. Doğru ama bir o kadar da yanlış seçimler. Belli hayata seçmek için gelmediğin. Bu denli kararsızlık yüklü göz altların bunu bağırıyor aynalara geçen günlerince.
17 senedir şiş, uzun kirpikleriyle kara gözlerin…
Değdiği gözleri tökezletti ve takılı kalanları örseledi kurşunlarla.
Söz deyimi bir hançer darbesiyle dünya gözüne zindan oldu büyülü yıprattığı özlemi.
Özveriyle yırtılan sahipsiz ağıtlar ve isimsiz mermerler başında kelamsız dudaklar… Hayallere ziyaret edecek bir gelecek değil, değil mi? O zaman topla beynini çocuk. Sen susma, kelam et. Anlayamayacakları her kelama katip ol. Kitap oku, okut. Yaz, çiz, boya. Gez, koş, dolaş. Önce her daim insan ol. İnsan ol ki hatırla imtihanı yoksa ölüme tükenen zamanın içinde kaybolursun.
Terk olsana insanlara. Bir ömür tatile çıkalım. Deniz sana ilham olur, alır beni yazarsın müsveddelerini.
Yıllar geçer, tenimize vurup giden dalgalara son bir eda ederiz. Temize çekip bir gülümser ve müsveddelere son bir kez veda ederiz.
Akabinde o çok övdükleri Azrail’i çay yudumu ile karşılar, ilk ve son kez bir selam ederiz.
Sonra da çeker gideriz.
– Kağıda mensur kalemin.
13 Şubat 2014 Perşembe
Yasir Yılmaz